Hayırsız evlat olduğunuz zaman ailenizin sizden beklentisi düşer. O derece ki “parasını ben vereyim de gidip ekmek al” denildiğinizde para üstüyle cips ve kola alsanız, poşette de üç yerine de iki ekmek olsa dahi “aslanım kaplanım ekmek almış da gelmiş” der ve bağırlarına basar, sevinç çığlıklarını da gurur pınarından çıkan göz yaşlarıyla bastırırlar.
Bir yaz günüydü, sanırım aylardan Temmuz. Babam, neden bilmem, bir cenazeye kendisinin yerine katılmamı söyledi. Öğlen verdiği görevi akşam tekrarladı, ertesi sabah “bu mal garanti unutmuştur, hatırlatayım. Hepten beyinsiz de zaten, az açayım” diye düşünmüş olsa gerek ki caminin yerini, nasıl gidilebileceğini, orada kimi bulup selam vereceğimi filan da teker teker anlattı. Babasını mahçup etmemek isteyen herkes gibi ben de annemin ütülediği gömleğimi çektim, kendi ütülediğim ve iki kendinden, iki de benden dört kat izi olan pantolonumu da giydim ve yola çıktım.
O zamanlar akıllı telefonlar varsa da benimkine zeka nakli yapılmamış. Evden çıkmadan “Allah bilmezse Google bilir” düsturuyla haritaya bakmışım, yolu yaklaşık olarak biliyorum: Komşu ilçede, Bağcılar’da olsa da iki vesaitle gidecektim. Otobüse atladım, bilmem kaç durak sonra minibüse bindim, sokak aralarından geçip giden minibüsten göz kararı bir yerde inip beş dakika yürüdüm ve camiye vardım. Tabut musalladaydı, namazı geçtim ezana dahi daha vardı. Ben de dışarıda bir sigara yaktım ve sonra avluya geçtim.
Vardım ama tanıdık kimse yoktu. Akraba aradım, yok. Arkadaş aradım, yok. Daha önce gördüğüm bir yüz aradım, yok. Dindar biri filan olsa “filan yerde Allah dostu biri ölmüş, git de cenazesi kalabalık görünsün” filan dedi diyeceğim ama o da yok. Tüm bu yokluklar içinde öğle okundu, cemaat camiye geçerken ben de tekrar dışarı çıktım. Bir sigara, bir sigara daha derken namaz bitti, farz-ı kifayeyi eda edip cümle Müslümanı bu yükten kurtarmak isteyen ekserisi meftanın eşi dostu, birazı da kendince sevap peşinde kimselerle beraber namaza durdum. İmam efendi helallik istedi, dilimin ucu yerine gönlümün derininden üç helallik verdim. Fatihasını da okudum ve benim işim bitti.
Gömmeye de gidecek halim yoktu ya?
Tabut cenaze aracına taşındı, mezarlığa gidecek olanlar arabalara doluşup gitti, ben de verilen görevi harfiyen yerine getirmiş olmanın verdiği huzur ve özgüvenle babamı aradım. Adamcağız camiyi bulabileceğimden dahi ümitvar değildiyse demek, kimseye “ben geldim, na şu adamın oğluyum” dememiş olmamı dahi dert etmedi.
Yürüdüm ana yola, atladım minibüse ve geri dönüyordum ki o olay oldu.
Bilen bilir: İnsan kalbinin durması öyle kolay bir şey değildir. Hele ki genç kimselerin kalbinin durması daha da istisnai bir durum. Derler ya yaşlılar sıra sıra gençler ara sıra diye, bu durum kalp konusunda da geçerli.
Minibüs olsun olsun 35-40 kilometreyle gidiyordu ki birden yola bir çocuk atladı. “Aman” demeye kalmadı, minibüs ancak çocuğa vurduktan sonra durdu. Az bekledim, baktım şoför çocuğu tuttu ama çocuğun başı arkaya düştü. Başka zaman arabadan bile inmeyecek olan ben, şoförün kapıyı açmasını filan beklemeden, hemen arkasından şoför koltuğundan atladım yola. Bir Türkiye klasiği olarak meraklılar, bağırış çığırışlar başlıyordu ki kendimden beklemeyeceğim bir sakinlikle “doktor var mı” diye bağırdım. Tabi ki yoktu. Hemen yandan birisine telefonumu verdim çalıp kaçmayacağına nasıl güvendiğimi bugün dahi bilmeyerek, “ambulansı ara” dedim.
“Numarası kaç?”
Bu soruyu soran kişinin oy kullanma ehliyeti var, evet. 112’yi dahi bilmeyen biri, benim geleceğimin AKP eliyle kararmasının sebeplerinden sadece biri.
Doktor yok, millet doluşuyor. Elimden geldiğince çocuğun etrafından uzaklaşmalarını söyleyip çocuğun yüzüne baktım. Gözleri yarı açıktı ama o kadardı. Hemen nabzına baktım, kalp durmuştu. Soluk da yoktu. Görece taze ilkyardım bilgilerimle hemen çocuğa kalp masajına başladım, sonra da suni teneffüse. Sanırım bu şekilde on dakika filan geçti ve hafızamda, bu on dakikada çevremde olup biten hiçbir şeyin izi yok.
Sonunda ambulans geldi, çocuğu onlara bıraktık, o arada polis de ortama damladı derken gerçek dünyaya döndüm. El kadar, olsun olsun 13-15 yaşında bir bebe, resmen ellerimde son nefesini verdi. Ömrümde ilk defa bir ölüye dokunmuş olmam bir yanda, bunun ufacık çocuk olması diğer yanda, durduk yere polisle bir daha yüz göz olacak olmam daha da beride derken kenarda çember sakallı, şalvarlı, takkeli, yolda görseniz yolunuzu değiştireceğiniz birinin sözlerini duydum:
“Bu da işte” diyordu beni göstererek yanındaki polise, “kızı öpüyor, memelerini filan elliyordu”.
13-15 yaşında bebe. Adam öldürse ceza alacak yaşta değil. Minyatür insanlıktan insanlığa geçiş aşamasına bir ara tür hala. Bu çember sakallı orospu çocuğu sadece bunu bir kadın olarak görmemiş, beraberinde s.kilebilecek bir insan olarak da görmüştü ki demek; kalbin tekrar çalışmaya başlaması için doğru basınç noktasını aramamı kızın memesini ellemek, oksijensizlikten ölmesin diye beyne oksijen göndermeye çalışmamı kızı öpmek olarak almıştı.
Önceki on dakika hakkında hiçbir şey hatırlamazken o anda ne yaptığımı gayet iyi hatırlıyorum: “Senin ananı s.kerim o.ospu çocuğu” deyip 90 kiloyu bir deli kuvvetiyle hareketlendirip yanına koştum, “ne oluyor” diye kafasını çevirmiş bulunduğu anda kafamı suratına gömdüm. “Ecdadını s.ktiğim, kalk ulan!” diye bağırdım yere düşmüş itin evladına, tam tekme savuruyordum ki kolumdan polis tutup geri çekti. Ben küfürler etmeye devam ediyordum, buysa yerden kalkıp başka bir polisin arkasına saklanmış, “şikayetçiyim, bana saldırdı” diye bağırıyordu.
Bağcılar’da iyi, bir de değil tam iki tane polisin bulunduğuna inanır mısınız? Sorsanız inanmazdım, gördüm inandım. “Geç kardeşim şöyle” dedi biri, tuttu az öteye yürüttü. Yürürken de arkaya dönüp “sus lan sen de, ne bağırıyorsun bır bır .mına koyduğum” diye bağırdı. Polisle hiç iyi anılarım olmadığından olsa gerek, kolumu silkip geri dönmek ve yarım kalan işimi bitirip o şerefsizin evladı o.ospu çocuğunu kaldırıma ancak jiletle kazınacak şekilde yapıştırmak yerine kuzu kuzu polisi takip ettim.
Kenarda ayaküstü ifade verdim, yazılı ifade için de karakola davet edildim. 35-40 yaşlarındaki polis, o herifle benim aynı yerde bulunmamızın iyi fikir olmadığını anlamış olsa gerek ki böyle uygun gördü. Hakkı da vardı hani. Geçmişe baktığımda içimde kalan yaraların biri, bu şerefsiz köpeğin sadece burnunu kırabilmiş olmak. Keşke kafasını da kırsaydım ama nasipte yokmuş.
Karakolda kızın ölümüne benim sebep olup olmadığım kısaca tartışıldıysa da şoförün ifadesinde de ilk anda nefes almadığı olunca salındım fakat mahkemede doğru ilkyardım uyguladığımı kanıtlamam gerektiği tarafıma bildirildi. İsim, adres, telefon derken ancak akşam çıktım karakoldan.
Aileme bu olup biteni anlatmadım – ta ki birkaç ay sonra eve mahkemeden kağıt gelene dek. Yok, işin kötüsü sabah yatıp akşam kalktığım, bu arada da telefonu duymadığım bir güne denk gelmişti bu çağrı kağıdı. Akşam telefonu açtığımda annemin sesinde tüm gün ağlamış olmasının izi vardı, babamsa yanıma gelmek üzere çoktan evden çıkıp otogarın yolunu tutmuştu. Annemi teskin etmeye çalışıp eve dönmesi için babamı aramak üzere telefonu kapattım, onu arayıp bu olan biteni anlattım ve zorla mahkemeyle başka işim olmadığına ikna ettim, sonra tekrar annemi arayıp mevzuyu bir de ona anlattım ve zorla sakinleştirdim. Bana inanmadılar ya önce, “suçlu olsam ‘lütfen gel’ mi derler yoksa kolumdan tutup içeri mi alırlar” sorum yeterli etkiyi göstermiş olsa gerek ki ikisini de gece uykuya sakince yatırabildim. Sonunda da gidip iki sertifikamı sundum, neyi nasıl yaptığımı hakim, savcı ve doktorun önünde anlattım da bu ilk mahkememden alnımın akıyla çıktım.
Geriye kalan da bir selam vermediğim için mahkemeye düştüğüm cenaze anısı, bir de çember sakallılara duyacağım sonsuz nefret oldu.
Manavcı ve bakkalcıdan adını almış Siyaset Bilimci.com‘da siyaset sözde bilimi, sosyoloji, hukuk ve mitoloji alanında yazılara,
İsminde İspanyol esintileri taşıyan Socio Politico.com‘da, Türkçe sitedekilerden çok daha ciddi siyaset sözde bilimi yazılarına,
Bir gün ilk kelimesinin tersine dönmesini umduğum Penniless Penner.com‘da İngilizce yazdığım hikayelere ulaşabilirsiniz.
Eserse Twitter ve/ya Instagram‘da takip edebilir, hatta beğenir ederseniz Patreon‘dan 3-5 bir şeyler atabilirsiniz.