İmam Ali’ye atfedilen bir söz var. Der ki: Ruhlar, kalu belada bir aradaydı. Orada birbirlerini görüp sevenler bu dünyada da birbirini buldu ve sevdi, orada birbirlerini sevmeyenler burada da birbirini buldu ve sevmedi. Bazı kimseler konusunda bu sözün doğru olduğunu düşünüyorum. Öylece, sadece merhaba merhabadan sonra seviyorum.

İlk yaz okulumda bir akşam vaktiydi. Sigara almaya çıkmış arkadaşım hala dönmemişti. Parası filan yetişmemiştir diye düşünüp kontrol etmeye gittim. Sunshine’ın dış tarafındaki geniş masalarının birinde başka bir arkadaşı gördüm. El etti, yanına seğirttim ve sigara almaya çıkan arkadaşı yanında otururken gördüm. Üç sap bunlar, dört de kız arkadaş oturmuşlardı. Muhabbet güzel, ortam harika. E sigara? Ben odada yarım saattir seni bekliyorum, sen burada Abdülhamit’i savunuyorsun. Puşt?

O güzel yaz akşamı boşta kalmış bir sandalyeyi hemen buldum, masanın ucuna iliştim. İlk orada, o anda tanıştım Merve’yle. Görece sessiz, konuştu mu sert, ama iyi olduğu da açık biriydi. Ali’nin sözündeki gibi sevdim kendisini – öylece, kendiliğinden, birdenbire. Aşk filan değil, hayır. İnsanı sevdim karşımdaki, kadını değil.

O akşam biraz konuştuk. Klasik, yeni tanışan her insanın yaptığı muhabbetler işte. Sonra bizim çöp tenekesi tayfası olarak altın neşesi tayfasıyla da arkadaş olduk. Yaz okulu bitti, dönem başladı, arkadaşlığımız sürdü. Yaz okulunu takip eden dönemin sonunda, en azından bizde o dönemde başlayıp sonra sürecek olan geleneğin bir parçası olarak da erkek arkadaşı olmayan arkadaşların bavullarının taşınması görevini de yerine getirerek dostluğumuzu bir adım ileri taşımış olduk.

O yılın baharında benim telefonum bozuldu. Sağa sola sordum, Merve “benim bildiğim bir telefoncu var. Hafta sonu gidip gösterelim” dedi. Dedim tamam, canıma minnet. Tanıdık kimse usturuplu şekilde parça çalar, kazık atar en azından. Cumartesi öğlen buluşmak üzere randevulaștık.

O arada muhabbette ekledi: Bizim arkadaşlara filan bir fotoğrafımız varmış. Ben de Merve’nin yanında yöresindeymișim. Annesi bu fotoğrafı görmüş, beni de beğenmiş. “Bak bu çocuk iyi, bunu kaçırma” demiş. Erkek arkadaşı sandıysa herhalde. Ben bir kabardım tabi. “Annenceğiz erkekten anlıyor tabi” dedim. “Böyle damat adayını ben olsam ben de kaçırmam” dedim. “Yav hee he” deyip beni bozmaya çalışmasınaysa tabi ki ses etmedim zira esas bombayı patlattı: O gün annesi ve babasıyla da buluşacakmıș, ya alacağı ya vereceği bir şey varmış. İki dakikalık işmiș. Onlarla buluşup oradan telefoncuya gidermişiz.

Resmen telefoncu bahane, damat adayı şahane durumu. Tamam, Merve’yi severdim ama bu biraz hızlı değil miydi sanki? Sözü ve nişanı atlayıp direkt nikaha geçmeyeceklerini düşünüp kendimi rahatlattım. Tamam, sadece annesi değil babası da olacaktı ve bu, işlerin bayağı ciddi olduğu anlamına geliyordu. Eh, ben de kendisinden iyisini bulur muydum meçhul. İyi anlaşıyorduk, severdim, severdi. Güzel de kızdı. Daha ne olsun?

Kararımı verdim. Ulus’ta buluşuyoruz, oradan ailesinin yanına gidiyoruz. Uzaktan onları gördüğümüz anda ben hemen elini tutuyorum, ilk görüntüyü böyle veriyoruz. Sonra yanlarına gider gitmez hemen önce babanın, sonra annenin elini öpüp “nasılsınız anneciğim, nasılsınız babacığım” diyor, yanımda getirdiğim çiçeği de “kızından güzel olan annesine” veriyorum. Bir çiçekçi bir de çikolatacı numarası da buldum o günün sabahında. Hayırlı işler ertelemeye gelmez, ertesi gün annemi babamı Ankara’ya çağırıp söz ve nişanı hemen yapıyoruz.

Cumartesi öğleden sonra buluştuk. Hava güzel, kız güzel. Ben güzel değilim ama önden beyaz gömleğimi yıkamış, yetmemiş ütülemișim. Ceket de tamam. Çiçeği de ceketin iç cebine sakladım ne olur ne olmaz diye. Merve’ye değil nihayetinde.

Naptın ne ettin demeye kalmadı, telefonu çaldı. Anası babası da gelmiş. Neredeler, ne oluyor demeye kalmadı, “aha işte” dedi. Yolun karşısındalar. Ben bir an heyecan yaptım, kızın elini arıyorum derken Merve ceylan gibi sekti, hemen yanlarına koştu. Ben “merhaba” diyemeden de hiçbir zaman ve hiçbir durumda esirgemediği lafını soktu hemen:

Aha, beğendiğin bu.

Mala döndüm. Kızın elini ararken bir dakika önce, şimdi kendi elimin nerede olduğunu unuttum. Sadece elimin yerini değil, adımı bile unuttum. Çikolatacı numarası bulduğum sabahın öğleninde neredeyse varlığımı bile unuttum. Arayıp tarayıp elimin yerini bulup zorla bir el sıkıştım, manasız bir nasılsınız muhabbeti sonrası ayrıldık ve telefoncunun yolunu tuttuk. Yarım saat ve birer çay sonrasında da evlenme vaadiyle kandırılmış bir erkek olarak yurduma döndüm üstümde ütülü gömleğim, ceketimin iç cebinde çiçeğimle.

Demem o ki hayırlı işler gerçekten bekletmeye gelmiyormuş. Anası, babası, danası beğendiyse işinizi onlarla hemen halledin. Yoksa ben gibi “aha bu” olursunuz.

O çiçeği de akşam kaynatıp çayını yaptım “zayi olmasın” diyerek, bir de zehirlendim öylece. Fena işler.




Manavcı ve bakkalcıdan adını almış Siyaset Bilimci.com‘da siyaset sözde bilimi, sosyoloji, hukuk ve mitoloji alanında yazılara,

İsminde İspanyol esintileri taşıyan Socio Politico.com‘da, Türkçe sitedekilerden çok daha ciddi siyaset sözde bilimi yazılarına,

Bir gün ilk kelimesinin tersine dönmesini umduğum Penniless Penner.com‘da İngilizce yazdığım hikayelere ulaşabilirsiniz.

Eserse Twitter ve/ya Instagram‘da takip edebilir, hatta beğenir ederseniz Patreon‘dan 3-5 bir şeyler atabilirsiniz.