Eğer Ankara’ya İstanbul’dan gitmişseniz diyeceğiniz şey bellidir: Çok çalışıp ortalama yapacağım, İstanbul’a yatay geçişeceğim.

Ben de bu pek de istisnai olmayan güruhun bir neferiydim. Gözlüklüydüm, top sakalım vardı, bağrı açık gömleğin altına tişört giyiyordum…

Ben yine “İstanbul’a dönücem ben ya” diye bıdıladığım bir gün oda arkadaşım İzmirli Anıl abi, üzerinden yol geçirmeye çalıştığı coğrafyanın çizili bulunduğu izohips haritasını kenara itti, kolunu beton kitabına dayadı, sağına ve bana doğru dönüp “gel otur, gel” dedi. Hemen uzandığım yatağımdan doğrulup yanına çöktüm, “buyur Anıl abi” dedim. Anlatmaya başladı:

Bak koçum, buraya İstanbul’dan, İzmir’den gelenler hep böyle senin gibi konuşurlar. Yok ortalama yapıp bölüm değiştireceğim, yok şehir değiştireceğim. Bir zaman bu gider böyle. Okul yeni başlamıştır, henüz hava güzeldir. Çimlere yayılırsın, okulda gezersin. Sonra zaman geçer biraz, sınavlar yaklaşmaya başlar. İlk sınav, hiç şaşmaz, calculus’tür.

Midterm’ler yaklaşırken inersin ÇS’ye (çalışma salonu), çalışmaya başlarsın. Oturur çözmeye uğraşırsın soruyu, çözemezsin. Okursun, uğraşırsın, denersin. Olmaz. Denersin, yine olmaz. Böyle böyle zaman geçer, sen ne bilir ne bilmez, garip bir hale gelirsin, sınav günü de gelir.

Sınav sabah 9:40’tadır. Gecenin bir yarısı yatmışken sabahın köründe kalkarsın. Su buz gibidir, bir küfür edersin. Giyinir çıkarsın, dışarısı buz gibidir. Hele yüzün hepten donar.

Senle beraber okulun yarısı sınava gidiyordur. Sokakta insan seli vardır. Yürürsün kalabalığa karışıp, sınıfını arar bulursun. Oturursun bir yere. Asistanlar gelir, ellerinde kağıtlarla. Bir A3 verirler, katlarsın onu bir. Bazen yetmez, bir de A4 verirler. Onu da koyarsın en alta. Sonra sınav başlar.

İlk soruya bakarsın. Bir ıııh-ıh dersin, yapamazsın, “dur sonraki soruya geçeyim” dersin.

Sonraki soruya geçersin. Bir ıııh-ıh dersin, yapamazsın, “dur arka sayfaya geçeyim” dersin.

Arka sayfaya geçersin. Bir ıııh-ıh dersin, yapamazsın, “dur sonraki soruya geçeyim” dersin.

Derken bir bakarsın, başa dönmüşsün.

Sola bakarsın: Millet oturmuş, çözüyor. Sağa bakarsın: Millet oturmuş, çözüyor. Ellerini alırsın başının arasına, düşünürsün: Ben geri zekalı mıyım?

Bu sınav böylece biter. “4.00 ortalamaya gerek yok, 3.00 ortalama yapsam da iyi” dersin.

İkinci sınav geçer, “2.5 da yeterli zaten” dersin.

Üçüncü sınav geçer, “2.00’ı tuttursam bari” dersin.

Dördüncü sınav geçer, “1.80 yapabilecek miyim lan?” dersin.

Beşinci sınav geçer, “aman, ilk senenin günahı olmaz” dersin.

“Ya abi n’alakası var ya, ben zekalıyım ki bir kere” filan dedim ama Anıl abinin hikayesi aklımda da kaldı.


Günler günleri kovaladı, sınavlar yaklaştı. İlk sınav kalkülüs sınavıydı. ÇS’ye inip çalışmaya başladım. Ben ÖYS sonrası ÖSS’yle okula giren nesildendim, bize lisede türev mürev öğreten olmadı. Olduysa da işte, ben kaçırdım. Dersleri de yarım yamalak dinleyince, hatta yoklama alınmadığından pek de takip etmeyince, mala döndüm. Oturup çalışıyorum ama böyle, çözmeye çalışıyorum, olmuyor. Konuyu okuyorum, tekrar deniyorum, yine beceremiyorum. Çalıştım, çalışmadım, oldu olmadı derken sınav günü geldi çattı.

Gece 3’te uyudum, sabah 9’da kalktım. Kalktım ama kalkmaz olaydım: Ekim sonu, sabahın körü. Kızılay 8 dereceyken termometrelerin 0 dereceyi gösterdiği ODTÜ’nün ayazı var dışarıda. Yüzüme suyu vurdum ama kurşun mu yedim, su mu yedim Allah biliyordu. Bir küfür ettim, üstümü giyinip dışarı çıktım.

Dışarıda bir insan seli vardı. Sanki bütün Ankara A4’ten A1’e yürümeye karar vermişti. Bu sele karıştım, tam 3. yurdun ardındaki, sağı göt dondurana, solu barakaya giden yol ayrımında bir beyaz Şahin gördüm. Dört kapısı açık, öndeki iki kapısının ikisinde birer kişi. Öylece gelip geçeni izliyorlar. Ben yaklaştım, herif benim gelmemi bekledi. Ne zaman ki benim duyacağıma kani oldu; ramazanda sakız çiğnememenin faziletlerini anlatan Nihat Hatipoğlu edasıyla o atasözünü beynime mıh gibi kazıdı:

Benim halkım nereye gidiyor? Benim insanım nereye gidiyor? Haaa, bugün kalkülüs sınavı var, ona gidiyor.

“ODTÜ’lü manyak nasıl olur” diye sorarsanız, buyrun, birisi bu. Kim sabahın dokuzunda yurtlar bölgesine arabayı çekip bu sözleri söyler?

İktisatın tek binası vardır. Ben, bu veriyi alıp tümevarım yöntemini kullanarak, her bölümün tek binası var sanıyordum. Ne bileyim makinada seksen bina, yüz seksen sınıf olduğunu? Körlemesine ilk makina binasına girdim, döndüm durdum. Sonunda feprike soran İlyas Salman gibi yetkili bir abiye benzeyen birine sordum. Meğerse o sınıf başka binadaymış. Saatime baktım, 10 dakika var. Sıçtık. Başka binaya gittim, o da değilmiş. Üçüncü binada sonunda sınıfımı buldum, ilk boş yere oturdum.

Ben daha paltomu çıkaramadan asistanlar geldi. Bir kız bir erkek. Kızın saçlar boyum kadar, kıvır kıvır. Suratında muhteşem bir gülümseme. Erkek, Halis Akder’den hallice. Yüzünü görenin bir hafta işi rast gitmez. Bu ikisi aldı kağıtları, dağıtmaya başladılar. Erkeğin elinde A3 kağıtlar var, katlamalı. Kızda A4’ler var. A3’ümü aldım, katladım, hemen sonra A4 geldi, alta koydum. “Sınav başladı arkadaşlar” dediler, başladık.

İlk soruya baktım. Bir ıııh-ıh dedim, yapamadım, “dur sonraki soruya geçeyim” dedim.

Sonraki soruya geçtim. Bir ıııh-ıh dedim, yapamadım, “dur arka sayfaya geçeyim” dedim.

Arka sayfaya geçtim. Bir ıııh-ıh dedim, yapamadım, “dur sonraki soruya geçeyim” dedim.

Derken bir baktım, başa dönmüşüm.

Sola baktım: Millet oturmuş, çözüyor. Sağa baktım: Millet oturmuş, çözüyor. Ellerimi aldım başımın arasına, düşündüm: Ben geri zekalı mıyım?

Bu sınav böylece bitti. “4.00 ortalamaya gerek yok, 3.00 ortalama yapsam da iyi” dedim.

İkinci sınav geçti, “2.5 da yeterli zaten” dedim.

Üçüncü sınav geçti, “2.00’ı tuttursam bari” dedim.

Dördüncü sınav geçti, “1.80 yapabilecek miyim lan?” dedim.

Beşinci sınav geçti, “aman, ilk senenin günahı olmaz” dedim.

Okulu uzattıysam hep Anıl abi yüzünden. O demese böyle olmazdı. Hep onun yüzünden.




Manavcı ve bakkalcıdan adını almış Siyaset Bilimci.com‘da siyaset sözde bilimi, sosyoloji, hukuk ve mitoloji alanında yazılara,

İsminde İspanyol esintileri taşıyan Socio Politico.com‘da, Türkçe sitedekilerden çok daha ciddi siyaset sözde bilimi yazılarına,

Bir gün ilk kelimesinin tersine dönmesini umduğum Penniless Penner.com‘da İngilizce yazdığım hikayelere ulaşabilirsiniz.

Eserse Twitter ve/ya Instagram‘da takip edebilir, hatta beğenir ederseniz Patreon‘dan 3-5 bir şeyler atabilirsiniz.