Yıllardan bir yıl, aylardan bir ay. Sanırım Cumartesi günüydü ama Pazar da olabilir. Saat 11-12 civarı babam aradı.
– Nerdesin?
– (Uykulu bir sesle) Yurttayım, uyuyorum?
– Ne bok yedin?
– (Uykusuzlaşmaya başlamış bir ses) Uyanmadım henüz ama yumurta yaparım herhalde.
– Karakoldan aradılar, seni arıyorlarmış. Ne bok yedin olum sen?
– (Tamamen uykusuzlaşmış bir ses) Yurtta bulaşığına kağıt oynadık, kumar mı saymışlar?
– T.şak mı geçiyorsun olum benle? Ne yaptın da evi arıyorlar?
– Valla ben de bilmiyorum, ne yapmışım?
– Bak beni deli etme. Ne yaptın olum sen?
– Ya valla bir şey yapmadım, ne yapacağım? İki aydır kampüsten dışarı çıkmadım?
– Kalk git bir karakola, bana da haber ver sonra. Annene, kardeşine bir şey demedim. Cebi ara.
– Tamam arayayım.
Kalktım giyindim hemen. Ne olur ne olmaz diye de cebime bir yedek donla üç ayda bir kullandığım diş fırçamı koydum. Cüzdana baktım, 20 lira var. Akşam yemeğini çıkarırdı bari. Macunsuz diş fırçasını ne yapacağım, başka zaman dişimi fırçalamazken gözaltında neden diş fırçasına ihtiyaç duyacağım gibi konuları atlayarak düşündüm: Ben ne yapmıştım da polis evimi arıyordu? Tamam, iyi kötü politik biriydim ama ODTÜ’lüydüm nihayetinde. Bir yerlere bir şeyler mi yazdım? Yok. Yani, her zamankinden farklı bir şey yazmadım. Konuştum desen, iki aydır harbiden kampüs dışına çıkmamışım. 100. Yıl’a bile gitmemişim bak, değil Kızılay-Ulus filan. Kampüs de sakindi, ne yürüyüş ne bir şey. Eylemde de bulunmuşluğum yok.
Kimliğe baktım, yerinde. Okul kimliği, o da yerinde. Bankamatik de tamam. Başka da üstünde adım yazan bir şey yok zaten. “Ne bok yedim ben .mına koyim ya” diye düşünüp aşağı indim. Danışmadaki abi “polis sordu seni” dedi.
– Ee?
– Dedim burada kalıyor.
– Ee?
– “Gelsin” dedi, çekti gitti.
– Demedi mi bir şey?
– Demedi.
– Sen sormadın mı?
– Sormadım.
– E onun da ben .mına koyim o zaman. Kapıma gelip “gelsin” demek, sonra da evimi aramak ne?
– S.kecekler seni olum. Terörist misin, nesin la sen?
– S.kmezlerse .mlarına koyim. Kağıt oynarken beş alıra sekiz demek ne zamandır terör?
– Ben bilmem. Git bir bak.
Söve söve çıktım ama bir yandan da üç buçuk atmaya başladım. Kapıma gelmeler, evi aramalar filan. Düşündüm, Ankara Üniversitesine gizliden girmiştim iki ay önce. Onun için olabilir miydi bu tantana? Ne alakası vardı yani?
O kadar polisle işim olmamıştı ki karakol nerede, onu bile bilmiyorum. ODTÜ’ye jandarmanın baktığı zamanlar, anlayın. Zekalı olduğum, telefonum da akılsız olduğu için 155’i aradım. Dedim ben ODTÜ’deyim, beni aramışlar. En yakın karakol nerede söyleyin, gideyim de cezam neyse paşa paşa yatayım. Sağ olsunlar, hiç adımı neyimi sormadan söylediler adresi. “Lan adresimi biliyorsunuz, evimin telefonunu biliyorsunuz. Bir tek benim telefonumu mu bilmiyorsunuz ibneler” diye düşüne düşüne karakola yürüdüm. Öyle sinirliyim ki otostop bile çekmedim, o derece.
Karakolun kapısına geldim, bir sigara yaktım. Yanımda, kapıda nöbette bir polis var. Elinde tüfek, zannedersin Afganistan’dayız. Bir dakika geçti, ikinci dakika olmadan “ne ayaksın lan sen” der gibi gözünü başını belertip sordu. “Beni çağırmışsınız, son bir sigara yakıp gireyim” dedim. Herif birden ciddileşti. Lan yirmili yaşlarda, kapına gelmiş, hemen yan tarafında sigara yakmış birinden ne kadar korkabilirsin?
Bayağı korkabilirmişsin.
– Mevzu ne?
– Bilmiyorum ki amirim. Babamı aramışlar, gelsin demişler.
– Öğrenci misin?
– ODTÜ’deyim.
Sen karakola çağırılmışsın, üstüne ODTÜ’lüsün. Ne olur?
Tam olarak o oldu. “S.ktirme sigaranı, geç içeri” dedi herif, aletin emniyetini kapattı. Zannedersin dağda teröristle karşılaştı pezevenk. Sigaranın yarısını piç etti, sırtımdan silahla dürtüp içeri bir odaya aldı.
Odada üç kişiydik. Polis masanın bir tarafında, diğer tarafındaysa ellili yaşlarında biri var – karşımda da fotoğrafı: Asker kaçağı. Beni de askerlik yüzünden aldılar herhalde diye düşündüm. “Vay .mına koyim, okul ertelemeyi unuttu herhalde” dedim, az bir rahatladım ama bir yandan da tırsıyorum: Benim cebimde tek bir yedek don var, bir buçuk sene tek donla nasıl askerlik yapacağım?
Bu ikisi konuşuyor. İşte neden kaçtın, nasıl kaçtın, kim seni korudu, çevirmeye bile mi denk gelmedin filan. Ben mal mal oturuyorum. “Amirim” deyip sigara paketini gösterdim, “otur aşağı, sıran gelecek” dedi herif. Oturdum aşağı, sıramı bekledim.
Herifi bir güzel paketlediler, sıra bana geldi. Adın dedi herif, söyledim. “Haa” dedi bir. Dedim “ne haa? Söyleseydiniz macun da alırdım yanıma”. “Hasan” diye seslendi herif içeri. “Bunu sen mi aramıştın la”?
Evet, beni arayan Hasan’mış. İyi de, mevzu ne olum? Mevzu ne?
Şuymuş: Benim telefon bozulunca kampüsteki telefoncudan ikinci el bir telefon almıştım. O telefon, bir dizi başka telefonla beraber bir dükkandan çalınmış – hem de bir sene önce. Bu bir sene içinde de aletlerden sinyal veren tüm hatların sahiplerini çağırıyorlarmış şimdi.
– Var mı kanıtın aleti oradan aldığının?
– Var amirim.
– Kağıt mağıt imzaladın mı? IMEI filan yazıyor mu?
– Yazıyor amirim.
– Tamam. İfadeni yazalım.
– Yazalım.
Yazdık.
– Telefonu bırak, git kağıdı da getir.
Saf zamanım. “Telefonu neden bırakıyorum” diye soramıyorum tabi. Kartı çıkardım; telefonu, terörist olmamanın ve askere tek donla gitmeyecek olmamın rahatlığıyla, polise verdim. Verdim ama şimdi ben babamı nasıl arayacağım?
İçeri döndüm. “Amirim bir telefon…” dedim, “sen hala burda mısın?” dedi. O da haklı. Hafta sonu hafta sonu çalışıyor, konuşası yok. Ben de “beni neden aramıyorsunuz? Hadi aramadınız, neden yurda gelip beni alıp gitmiyorsunuz da kapıya not bırakıyorsunuz? Hadi hepsini anladım, babamı neden arıyorsunuz? Ne cinssiniz lan siz” diyemiyorum. Hazır terörden yırtmışım, solculuktan içeri alınasım yok. “Babamı arayayım, merak etmesin adam” deyip akşam kameralar karşısında don değiştiresim de olmadığından topuklarımı vurup selamımı verdim, çıktım dükkandan.
Evvela yurda döndüm. “Ben de bir bok sanmıştım, çalıntı telefon kullanmaktan aranmak neymiş .mına koyim” diyen danışmadaki abiye “insan bir ses eder, ‘misafirin var gel de bir bak’ der, senin yapacağın işi s.keyim” deyip katıma çıktım. Arkadaşın birinin telefona kartı taktım, babamı aradım. Terörist olmamamın sevinciyle o da rahatladı. Gittim telefoncudan telefonu alırken imzaladığım kağıdın kopyasını aldım, otostopla karakola döndüm. “Buyrun amirim” dedim, herif yüzüme bile bakmadan kağıdı aldı. “Bunun aslı yok mu” dedi, dedim heriflerde. “Git aslını getir” dedi. “Aslı bana yüz vermiyor amirim, bahar şenliğinde başkasını buldu o” diyecektim ama demedim. O.ospu Aslı’yı hatırlattığı için amire sinirle geri döndüm, kağıdın aslını aldım, telefoncunun numarasını aldım, üçüncü sefer karakola dönüp hepsini teslim ettim.
“Tamam, hadi geçmiş olsun. Davada gerekirse şahitlik yapacaksın” dedi, beni bir güzel postaladı.
Sonunda bana kalan da terörist olma ihtimalim nedeniyle piç edilmiş yarım sigaram oldu. Savcılığa yarım sigaramın tazminini talep eder dilekçemi verecektim ama dolmuş ücreti yarım dal sigaranın fiyatını aştığından vazgeçtim.
Manavcı ve bakkalcıdan adını almış Siyaset Bilimci.com‘da siyaset sözde bilimi, sosyoloji, hukuk ve mitoloji alanında yazılara,
İsminde İspanyol esintileri taşıyan Socio Politico.com‘da, Türkçe sitedekilerden çok daha ciddi siyaset sözde bilimi yazılarına,
Bir gün ilk kelimesinin tersine dönmesini umduğum Penniless Penner.com‘da İngilizce yazdığım hikayelere ulaşabilirsiniz.
Eserse Twitter ve/ya Instagram‘da takip edebilir, hatta beğenir ederseniz Patreon‘dan 3-5 bir şeyler atabilirsiniz.